go 1
f. (went, gone) 1. gitmek. 2. -e çıkmak: She´s gone shopping. Alışverişe çıktı. They´ve gone for a walk. Onlar yürüyüşe çıktı. 3. (bir şeyin) yeri (belirli bir) yer olmak: That book goes there. O kitabın yeri orası. 4. (makine) işlemek, çalışmak. 5. olmak: İrfan´s gone crazy. İrfan delirdi. That bank´s gone private. O banka özel sektöre geçti. 6. (belirli bir) durumda kalmak: Her screams went unheard. Çığlıkları duyulmadı. He went hungry all day. Gün boyunca aç kaldı. 7. gitmek, satılmak: The apartment went for a song. Daire çok ucuza gitti. 8. (on) (para) gitmek, harcanmak: One third of his salary goes on rent. Maaşının üçte biri kiraya gidiyor. 9. yok olmak, kaybolmak; (zaman/mevsim) uçup gitmek. 10. ortadan kaldırılmak; işten çıkarılmak; yürürlükten kaldırılmak: Nuri must go; that´s certain. Nuri gitmeli; orası kesin. 11. gitmek, ölmek: I know they´ll sell this farm once I´m gone. Ben gittikten sonra bu çiftliği satacaklarını biliyorum. 12. (zaman/toplantı) geçmek; (hayat/işler) (herhangi bir durumda) olmak, gitmek: How´d the meeting go? Toplantı nasıl geçti? How´s it going? İşler nasıl gidiyor? 13. (şiir, tekerleme v.b.´nin sözleri, müziğin nağmesi) (belirli bir biçimde) olmak: The first line of the rhyme goes like this: “Little Miss Muffet sat on a tuffet.” Tekerlemenin ilk satırı şöyle: “Minnacık Matmazel Muffet bir ot kümesi üstünde oturuyordu.” 14. into mat. (bir sayı) (başka bir sayıyı) bölmek: Five won´t go into four. Beş dördü bölemez. 15. (belirli bir ses) çıkarmak: Her heart went pit-a-pat. Yüreği güm güm attı. 16. in/into -e sığmak: It won´t go in the box. Kutuya sığmaz. 17. with -e uymak, -e uygun olmak: That hat doesn´t go with that dress. O şapka o elbiseye uymuyor. 18. (saat) (belirli bir zamanı) göstermek: It´s gone four. Saat dört oldu.